26 Aralık 2009 Cumartesi
25 Aralık 2009 Cuma
yaşanmış
Ne yaşıyorsam ben, biçimlenmiş galiba çok önceden
kesin ağlıyor olmalıyım şimdi
kesin ağlıyor olmalıyım
Hava
19 Aralık 2009 Cumartesi
"Platonik aşkta gerizekalı gibi davranma kılavuzu"
Öncelikle iyi arkadaşınız olan, arkadaş grubunuzun orta yerinde olan, yani görüşmeyi kesmenizin çok zor olduğu bir adam bulun, sonra o size herkese davrandığı gibi davranırken bunu yanlış anlayın ve sevgilisi gibi davranmaya çalışın. Abartın saçmalayın, yanında, her söylediğini amacınıza hizmet edecek şekilde yorumlayın, içip içip yıkılın, olanı olmayanı millete anlatın. Hatta o kadar abartın ki, adam vaktinde ayrılmış olması sebebiyle ne kadar rahatladığını size anlattığı eski sevgilisine, muhtemelen allahım etrafta bu kızlar varken benim eski sevgilim ne kadar da şahaneymiş hissiyatı yarattığınızdan, daha da hızlı koşarak geri dönsün ve yakın arkadaşınız olduğundan bunu da siz dinleyin tabii. Evlilik planları için fikir verin filan.
Ne denir ki, yaşasın kutsal arkadaşlık bağı.
kıssadan hisse
ama siz o mesajı almaya niyetli olmadıktan sonra
hayatın her türlü çabası nafiledir.
15 Aralık 2009 Salı
Cumartesi
Tam karşımdaydın sen. Bunca zaman geçtikten sonra, ama oradaydın işte, hiç beklemediğim kadar oradaydın. Ben bir yerlerdeydim, bilmiyorum ki sen farkımda mıydın.
Yağmur yağdı durdu bütün bir gece. Ama ben hiç ıslanmadım. Çok kalabalıktı... Oysa ben... Sevdiğim adamın bıraktığı boşluk kadar yalnızdım...
5 Aralık 2009 Cumartesi
anlatamıyorum
romantizme sayılmasın, gerçekten kalmadıysa
yani beklediğin senin olsun istediğin şeyi, şeyleri yaşadı ve tükettiysen
en güzeli dediğin en mükemmeli dediğinin kapısını kapattıysan
ondan sonrasını hiç kurmadığın hiç tasarlamadığının sonrasındaysan
üzüntü de değil ama üzülmüyorsan,
sadece farkındaysan
sadece artık beklemiyorsan, çünkü beklemeye değecek şeyler tükendiyse
beklediğin şey, yanından geçip gidiverdiyse, en beklediğinin gidişini ağlamadan izlediysen, doğrusu buysa, böyle olmalıysa
yani diyorum öyle bir boşluksa, artık bundan sonrası sonsuz bir sıradanlıksa...
Sen hep en büyük dalgaları severken, az önce gördüğünün suyun son kez ürpermesi olduğunu biliyorsan...
Sen en büyük fırtınalarla mutluyken, ufacık bir esinti bile olmayacaksa bundan sonra
Bir su damlasıyken sen ateşe tapıyorsan?
Nasıl sürer orada hayat?
28 Kasım 2009 Cumartesi
bırak, gece anlatsın kendini
bende inatla sade şeyleri çetrefilleştirme çabası, huzuru mu sevmiyorum nedir?
Karmaşık mıyım sahi ben? Bundan mı gerçekten hep iç huzursuzluğum, hep o bildik tatsızlığım?
Şarapla tatlandırılmış tuhaf bir içecek dolanıyor midemde, genzimdeki yangınını duyuyorum hala. Üzerine su içmek istiyorum, içirmiyorlar
Akşam üzerleri kapatılmış kahve fincanlarından keyif aldığımı söylemiş miydim ben size? Alıyorum evet. Can kulağıyla dinliyorum bol köpüklü Türk kahvesi fallarını. Sonra inanıyorum da onlara inanmazsınız, tamam diyorum bak kuş çıktı işte falda gözümle gördüm, dileğim kabul olacak. Kuşlar geliyor geçiyor, bir türlü olmuyor dileğim.
Şimdi ben, upuzak bir yerde olmak istiyorum, koşup raftan alıyorum kırmızı ayakkabılarımı gözümü yumuyorum
Olmak istediğim yerin adını söylüyorum üç kere
Bir...
İki...
Ve işte üç...
Açıyorum gözlerimi..
Kandırıldım...
Kahretsin, yine buradayım ...
Merhaba. Soğuk sanırım Ankara, boğazımdaki yangın büyüdükçe daha çok üşüyorum ya, işte oradan anlıyorum
25 Kasım 2009 Çarşamba
24 Kasım 2009 Salı
20 Kasım 2009 Cuma
gerçek
16 Kasım 2009 Pazartesi
Çok feci
Her şey üst üste geldi, olur ya hani bazen, ufacıktır aslında "şey"ler, göze görünmeyecek, normalde önemsenmeyecek kadar ufak, ama onlar hiç olmayacak yerde öyler feci bir araya geliverirler ki her şey birden çöküverir. Bir şey olur önce, siz çözmeye çabalarken bir şey daha, biraz da ona çabalarsınız sonra bir şey daha... Tek bir problemi daha kaldıramayacağınız hale geldiğiniz anda gelen bir telefon, bir haber, bir saçmalalık son damla olur ve tüm bardağı kırar parçalar. Hani şimdi anlatmaya kalksam ne olduğunu, tek tek öyle anlamsızlar ki. Ben de biliyorum durumun bu olduğunu, ben de biliyorum geçeceğini ,düzeleceğini, önemli olanın sağlık olduğunu, aslında hayatımın ne kadar güzel olduğunu, ne büyük sorunların üstesinden geldiğimi, aslına bunların dert bile olmadığını... Ama bazen bazı aksilikler öyle uzuyor ki, o saniyeler için aldığınız nefes o saniyeleri geçirmeye yetmiyor. Öyle saçma, öyle anlamsız.
Tek başına anlam ifade edecek tek bir şey bile yok üstelik.
Üstelik farkındayım
ÜStelik ben de biliyorum, geçecek
Üstelik...
Offf hava niye bu kadar kasvetli
Kapının altından prozac atıp kaçın n'olur.
N'OLURRRRR
** fotoğrafı deviantart'tan aldım, şimdi bir de o patlamasın
14 Kasım 2009 Cumartesi
ben
güzel şarkılar
kan kırmızısı bir şarap
ve ben...
yalnız ben...
bendim o...
bütün o telaşe, koşturmaca, hepsi bendim
sevdiğim sokaklar, sevdiğim adamlar, sevdiğim sayfalar
kokularım, boncularım, sorunlarım
hepsi bendim
şimdi yine bir tek benim...
12 Kasım 2009 Perşembe
Öyle bir yer
Bilirsiniz yeni hiçbir şey olmayacağını. Artık bir yol bulunmadığını, bütün kapıların kapandığını... Durduğunuz noktanın "son" olduğunu ve atılacak tek bir adımını bile kalmadığını
Bazen anlarsınız hani, tek bir bakıştan, "sonra"nın imkansızlığını
Bazen tek bir aydınlığa bile yer olmadığını görürsünüz, bittiğini, karardığını, sonlandığını
Bazen görürsünüz ya ne söyleseniz duyulmadığını...
Hani durmak gerekir bazen çünkü anlarsınız birden varlığınız anlamlanmadığı bir yana, yokluğunuzun bile değerinin kalmayacağını
Bazen bilirsiniz ya hani, sizin yüklediğiniz bütün anlamların yıkıldığını ve ne kadar çırpınırsanız çırpının onarılamayacağını...
Yolun sonu olduğunu, sonsuzluğun "yalan" olduğunu, beklemenin "ziyan" olduğunu...
...İşte ben oradayım...
6 Kasım 2009 Cuma
sonrası
Adam gitti
Ben peşinden gittim
Ne yapsam etsem bir türlü kendime dönemedim
Şimdi bunca zamandan sonra...
bazen içimden "yalan değildi" demek geçiyor
sonra "yalan..." diyorum
öylece kalıyor
koyumsu
bu kadar
"bağışla"... ve öylece kaldı
Bağışlayacak bir şey yok, olsaydı eğer, bağışlamazdım...
4 Kasım 2009 Çarşamba
Zaman
31 Ekim 2009 Cumartesi
soluk soluğa
koşturmacam, telaşem bundan
yok oysa, hiçbir şey yok peşinde olduğum; ve kendi ensemi yakıyor işte böyle zamanlarda kendi soluğum
Pelin
biz 'pas!' deriz söz pelin'e geçer"
diye güzelce bir şarkısı vardı Nil Karaibrahimgil'in. Hatırlıyorum, kaseti çıktığında (bizim zamanımızda kaset vardı!) bir röportajında herkesin hayatında bir Pelin vardır demişti, kadın. Doğrudur. Hatta şu ara benim hayatımda herkes Pelin. Bir ezik benim anasını satiim. Herkesin bi meziyeti, özelliği, bi iyiliği, şahane sevgilisi, filanı fıstığı var. Ben de arkadaş düğünlerinde "hadi darısı başına" dileklerinden uzak durmak için arka sıralarda çekirdek çitlemeyi tercih etmekteyim.
mesela aşık olmaz
biz hepimiz buluşuruz pelin'in vakti olmaz!"
Evet aşık filan oluyorum, reddediliyorum, utanmazım ya, yine oluyorum. Dünya işiyle gücüyle doktorların kaprisiyle, üstlerimin gereksiz işleriyle uğraşıyorum. Aynı unvanı statüyü filan taşıdığım insanlar ortalıkta "siz benim kim olduğumu biliyor musunuz" gerinmeleriyle dolanırken, ben "pardon, siz kimdiniz" diyorum. Ama aşağılamak için değil, dost canlısı olma hallerim elimde patlıyor bildiğin.
o beni sevmez, pelin'i sever!
kader bana gülmez, pelin'e güler!
kimse beni çekmez, pelin'i çeker!"
İNANIYORUM. "Bugün git yarın gel" diyorlar, gidiyorum, ertesi gün geri geliyorum. Arkamdaki adam kavga ediyor, onun işi o gün halloluyor. Herkesin evini bir günde pırıl pırıl eden temizlikçiler çok yorulmasınlar diye ben de yardım ediyorum, bir benim iş yetişmiyor. Baktım ki yan masanın kahvesini yetiştiremediği için azar yicek garson, diyorum ki "benimkini sonra getir önce onu götür", benim kahvem saatlerce gelmiyor.
İlk ne zaman başladığını da biliyorum sahi. İlkokula başlamamış olmalıyım daha, bir gün baya bir sıra bekledim salıncak önünde, sıra bana geldi, tam bindim sallanıcam arkamdan bir çocuk geldi, dedi ki, "annemler gidiyorlar, beklememe izin vermiyorlar, iki dakika sallanabilir miyim, sonra hemen gitmek zorundayım" Üzüldüm çocuğun haline, tamam dedim, geç buyur sen bin, çocuk bindiği an kahkaha atmaya başladı, yalanmış meğer, sadece yerime geçmek içinmiş. Kenara çekildim ve uzunca süre salıncaklardan nefret ettim.
Evet evet biliyorum işte kaynağını, herhalde o çocuğun adı da Pelin'di
30 Ekim 2009 Cuma
özürlerimle
Söyledim ya, kendim için yazdım ve dönüp hiç okumadım burada yazılanları. Bir tanesini okumaya çalıştım da az önce, yazım hataları, eksik kelimeler... Özür dilerim. Düzeltmeye çalışsam hepsini tek tek okumam gerekecek, bu da muhtemelen daha doğumunun üzerinden 2 güncük geçmiş bu bloğu kapatmam demek.
Bundan sonra dikkat edeceğim ama, söz vallahi
teşhirci ruh
panikteyim
(daha ilk günden izleyicim bile oldu, nasıl sevindim , teşekkür ederim)
27 Ekim 2009 Salı
Merhaba
Hoşgeldin...
26 Ekim 2009 Pazartesi
kendime öğüt
hayat
Hakan Günday/ Piç
SİZ
Rica ederim, hadi siz, fotoğrafta daha yukarıda çıkmak için birbirinizi eziniz, zira bu yazıyı anlamlandırabilmek için de fazla uzak beyniniz.
25 Ekim 2009 Pazar
23 Ekim 2009 Cuma
Bir ilişkiden sonra yapılmaması gerekenler
İlişkiden sonra şunları yapmayın efem:
1) Ağlamayın. Ağlayın da gidip adama ağlamayın. Eşinize dostunuza tanıdığınız tanımadığınız herkese ortak arkadaşlarınıza nitekim yılınca veya bu azı geçince ağladığınıza pişman olacağınız kişilere gidip de ağlamayın. En yakın dostunuza ağlayın. Onun yanında salya sümüğe karışın, yıkılın devrilin. Bu kişilerin sayısı iki de olabilir. 3 olması sizin tercihinizdir ama abartmayın. Yok yok ağlamayı abartın da, sayıyı abartmayın
2) Aramayın. Sarhoş olup aramayın, evde ona dair bir eşya bulup aramayın. Evde ona dair bir eşya bulamamanın üzüntüsüyle de aramayın. Yanlışlıkla aramayın. Birilerinin gazına gelip hiç ramayın (ilk maddeye dönüyoruz, sizi gaza getirecek eşin dostun yanında ağlamayın. "dost" kelimesi burada öylesine kullanılmıştır)
3) Eskide kalmış sevgilinizin yeni sevgilileri eski sevgilileri üzerine bir araştırmaya gitmeyin. Daha çok ağlatmak dışında hiçbir işe yaramaz. Hani sinirlenip intikam duygularıyla yanıp tutuşursunuz sadece daha fazla elinizde patlamasına sebep olur. Başka da bir işe yaramaz
4) Bu söyleyeceğim şey çok zor biliyorum ama lütfen eski sevgilinizin bildiğinizi şifrelerini kullanarak maillerini, face hesabını filan didiklemeyin. Aslında bunu birlikteyken de yapmamanız gerekir ama velev ki bir şekil bir şifresine ulaştınız da bütün şifreleri birbiriyle aynı olduğundan yavrucağız farkında olmadan kendisini avcunuzun içine bırakıverdi. Bunu kullanmayın. Bir işe yaramaz bak yemin ediyorum. (Bu madde 3. madde ile de bağlantılıdır)
5) Kapısına dayanmayın. Yok artık diyeceksiniz de yapan arkadaşlar var. Hayır ben yaptım oradan biliyorum. Kötü oluyor. Yine de telefonda gereksiz muhabbetlerden iyidir. Ama onu da yapmayın bunu da yapmayın. Kesin koparın atın. Unutun demiyorum, aklınızdan çıkarmak durumunda değilsiniz sadece varlığını hayatınızdan çıkarın
6) Numarasını ezberleyip telefonunuzdan silme yaşını geçtiğinizi umuyorum. Zaten henüz geçmemişseniz bu yorumların getirdiği ciddiyette bir ilişki değildir sizinki, derhal yeni birine yönelebilirsiniz o halde
7) Telefonu ezberleyip silme taktiği için yaşı ileri olacak arkadaşlar için geliyor: Yeni birine saldırmayın. Çivi çiviyi sökmez. Sadece büyük çivi küçük çiviyi söker. Yepyeni bir ayrılık acısı sırasında hiç bir yeni çivi, sizi bu hale getirmiş eski çividen daha büyük olamaz. Boy olarak söylemiyorum, işlev olarak söylüyorum. Daha yakışıklıksı gelse, daha harikası gelse hatta en harikası gelse yani nasıl denir Brad Pitt gelse kesin kulp takacak birşey bulacaksınız çünkü "O" kesinikle daha muhteşemdir. Onun için azıcık bekleyin sabır.
8) Bu çok önemli: Face'den msn'den maillerinizden herşeyinizden silin kendisini. Silin. Buralarda karşılaşmak hiçbi işinize yaramayacak. Gerçekten gereksiz. Susun
9) Öyle aman canım ben takılmama haydi hoppaaa eller havaya havalrına girmeyin, fark edilmediğiniz sanıyorsunu ama işin aslı dışarıdan kedinlikle ve de çok ciddi olarak farkediliyor. Bu yoldan daha önce geçmiş olanların sözüne inanın
10) Onu cezalandırmaya çalışmayın, kendinizi de cezalandırmaya çalışmayın. Bu konuda suçlar vardır, inanırım ama ceza yoktur. Cezasız kalır suçlar. Uğradığınız haksızlığın ne kadar büyük olduğu önemli değildir. Ceza yoktur, o kadar
11) Yaşadığınız daha önce yaptığınız yaşadığınız şeyler için bir ceza değil, kendinizi suçlamayı bırakın.
10) En önemli madde bu, sayığım şekilsel şeylerde ve diğer her şeyden önemli. Önce siz. Bunu unutmayın. Biliyorum çok soyut, biliyorum şu an size yardımcı olmuyor, hiç kimseye hiçbir zaman yardımcı olmaz biliyorum ama hayatı sevmekle başlar herşey bunu unutmayın. Unutmamak için kendi kendinie tekrar edin. Bi daha tekrar edin. Hayat sevmeyen başkasını nasıl sever ki? Mantıklı bir cevap arayın bu soruya, dediğime geleceksiniz
11) Kendinize zaman verin. Elinizde ondan bol bol var. Evet biliyorum geceleri uyuyamadığınız için daha da uzuyor zaten kendisinden elinizde. Bu sizin zamanınınız. Onu düşünmekle geçirmek istiyorsanız buyrun düşünün, kendinize ayırmak istiyorsanız onu yapın. Size ait bu şey, en çok size ait olan hatta.
Düşün. Düşebileceğiniz yer kadar düşün. Ve düştüğünüz yerde kalın. Kalkmaya zorlamayın, sakın yapmayın bunu. Sizin zamanınınız bekleyin. O kadr uzun kalın ki düştüğünüz yerde, ayağa kalktığınız andan itibaren hiç sendelemeden yürüyün. Sendeleyecekseniz kalkmayın. Bekleyin, dinlenin, daha fazla dinlenecek yeriniz kalmadığında kalkın ve emin adımlarla ve sadece ileri bakarak yürüyün. Nasılsa geriye bakacak zaman da gelecek ama geriye sadece dersler çıkarmak için bakacak olgunluğa dinginliğe gelene kadar dönüp de bakmayın.
Zamanının bekleyin
her şeyin zamanını bekleyin
dinmesinin
geçmesinin
başkalarının
hayatın
ve en önemlisi kendinizin
İnanın bana o zaman gelecek. En ihtişamlı haliyle gelecek.
gerçekten öyle
20 Ekim 2009 Salı
C
Oysa bakmamıştı bana, herkese bakarken, konuşmuştu sesini birtek bana duyurmadan. En yakınında ben vardım, bir arkamdakine ulaştı sesi, onun bir arkasındakine, bir tek bana ulaşmadı sesi, o bir tek benden sakladı sesini. Birtek ben kapıldım sesine. Ya da herkes kapıldı da birtek ben kopmadım tılsımından
Anlatamadım, ne desem anlatamadım. Susmayı ondan öğrenmiştim ama aslında öğrenememiştim. Konuşmak benim huyumdu, onun değil. Onun susuşuydu bu benim değil. Sükut vardı ortada, ikimizin de değil. Sükut karanlığa boğdu hepimizi, bu karanlık bizim değil.
19 Ekim 2009 Pazartesi
18 Ekim 2009 Pazar
17 Ekim 2009 Cumartesi
Sweet dreams are made of cheese
Yok yok öyle kapılardan sığmayan bir vücuda sahip değilim, hatta bildiğin inceyim, "anne sözü"nü gösterge olarak alır mısınız bilmem ama peşimde kaşık kadar kaldın sen yine elinde tabakla gezen bir annem var. Bu "anne" işini ayrıca yazacağım bir ara.
Kahvaltı ciddi bir iştir, önem vereceksin. Öyle her yerde yapılmaz. Mesela lüksü abartmış yerlerde yapmayacaksın, otlu peyni olacak bir defa. Ki bence en ideali evde bahçede kendi sıktığın portakal suyuna daha önceden portakal suyunu dondurarak yaptığın buzları koyarak yapılan kahvaltıdır. Yaz olmalı etraf çok sıcak ama sen gölgedesin ve serin. Saçlarını savuruyorsun, portakal rengi bardaktan bir yudum daha, en sevilen kahvaltı nesnesi olan krepten bir parça aldıktan sonra. Sonra uzattıkça uzatıyorsun kahvaltıyı, doymak değil sana mutluluğu veren, "kahvaltı" eyleminin ta kendisi. Kahvaltı bir eylem burada, yemek yemek değil, karın doyumak değil, başka hiçbir şeyle açıklanamaz, sadecek endi olan eylem.
"yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"
Her sözünün altına imzamı atacağım şairin, Cemal Süreya'nın dizeleri.
Farkına var demiş miydim, hayatın, kendinin, sevdiğin şeylerin. Iskalama, vaktin kalmayabilir belki sonra
16 Ekim 2009 Cuma
köpük
Yeni baştan başlayabilirim... Sanıyorum. Her şeyi yeniden ve en baştan alabilirim, tek inşa edebilirim istediğimi, yepyeniyi yaratabilirim kendi ellerimle, hem de öyle böyle değil, tam da istediğim şekilde. Yapabilirim
Ama içimden gelen bambaşka, akıp gidivermek köpüklerin arasında, sürüklenivermek sevdiğim ama az sonra dağılacağını da bildiğim bir dalganın arkasında, bırakıvermek her şeyi akışına...
Şimdi ben istiyorum ki, kendiliğinden dağılsın bu gölgeler, nefesim onları dağıtacak kadar güçlü olmadığından değil, "başka türlü bir şey" olduğundan "beni istediğim" hatta "ne ağaca benzediğinden ne de buluta"
şimdi kalkıp gidivermek var, uzun uzun susabilmek için, kapılmak için yeniden, ve bilmek için mümkün olmadığını artık "yeniden"
14 Ekim 2009 Çarşamba
yurovizyon ve yagudin
Neyse geçen sene sonuna kadar izledik, bize haksızlık yapıldığına kanaat getirdik ve huzurla uyuduk... Evgeni var ama kardeşim, oyları hep o topladı. Haksızlık. Şarkıyla mı kapışıcaz Evgeni'yle mi? Bizim boyumuzu aşar o abi...
Evgeni'yi sevemedim ben bir türlü. Yaptığı işi takdir etmek bambaşka, şahane işler çıkarıyor farkındayım, tekniği mükemmel ama hep Yagudin'i sevince, rakiplerini sevmemek gibi bir hal alıyor durum, hele ki bu rakip gidip sizin adamınızın hocasını elinden almışsa. Tamam tamam hadi bahaneleri sıralamayın şimdi bana. Alkoldür filan,biliyorum bunları. Ama benimki duygusal bir bağ ve bilirsiniz ki mantık geçersiz kalıyor böyle durumlarda. Hele Yagudin'in "The man in the iron mask"teki performansını izledikten sonra tekniğinin de Evgeni'den iyi olduğunu söyleyip daha da ileri gidebilirim. Zafer Akyol da söyler dururdu "ders niteliğinde hareketler bunlar sayın seyirciler" diye. Ki Evgeni daha iyi bir tekniğe sahip olsa dahi, sanırım dünya üzerinde hiç bir adam (Gwendal Peizzerat ile birlikte) buza Yagudin'den daha fazla yakışmayacak.
Beklediğimden daha buzlu bir yazı oldu bu. O halde size beni ilk izlediğimde ağlatmış bir seri göstereyim. İzleyin, tüyleriniz diken diken olmazsa gelin hesabını sorun
buyurun buradan izleyin
Bu kadın da benim sevme kriterime uyanlardan. Hikayeyi biliyor musunuz, şimdi bu kadın birlikte kaydığı adamla nişanlı (adını burada zikretmek dahi istemiyorum) sonra bu efendi, başka bir kadın için bunu terkediyor ve kariyerini de o kadınla sürdürüyor. Peşinden Maria Gwendal'a bir mektup yazıyor birlikte çalışalım diye ama Gwendal zaten biriyle çalışıyor. Efendim sonrasında Gwendal'ın birlikte çalıştığı abla sakatlanıp buzlara veda edince bunlar birlikte çalışmaya başlıyorlar. 98- 99 da gayet güzel işler yapıyorlar (gözümle gördüm) ama asıl bomba 2000 yukarıda izlemiş olduğunuz seri. İnanılmaz değil mi? Hem de rakipleri kimler, Maria'yı terkeden o aklıevvel ve onun karısı olan "öteki" kadın. E onlar bir zahmet ikincilikle idare ediveriyorlar. (ekşi entrysi gibi oldu bu di mi, yeri gelmişken onu da söyleyeyim: depeyi özledik be anacım)
Dur dur konu nereden nereye geldi. Ben diyorum yani hayatım bununla geçti. Yemeğin tabağımda kalan kısmına üzülerek, toka kutusundan takmadığım tokaların kırıldığını düşünerek. Kabul ediyorum, bir çeşit obsesyon bu da.
Bitsin artık bu yazı, belli ki bir yere ulaşmayacak
o halde
- la grèce douze points
- grecee twelve poiiints!
- ve on iki puan buradan da Yunanistan'a gidiyor sayın seyirciler
sevgiler
(alexei, her yarışmada seni daha çok özlüyorum)
13 Ekim 2009 Salı
tam olarak böcek...evet böcek
Heyy buradayım ben, son cümlemin muhatabı tam olarak sizdiniz, Farkında mısınız, hem beni dinlemediniz hem de cümlemin en göz alıcı yerinde birden kendi cümlenize giriverdiniz.
Heyy bakın buradayım işte, henüz hangisi olduğunu seçemesem de küçük güzel bir böcek olduğumu farkettiriverdiniz. Tamam tamam o kadar da güzel değil böcek, güzel olan sizsiniz
Tam ayağınızın altındayım hani, belki farkedersiniz, buradaaaaa, buraaaaddddaaaaa
Merhaba, ben böcek? Bu cümleyi sonuna kadar dinleyip de bana isminizi lütfeder misiniz??
(not: yazıya bir de böcek fotoğrafı eklemek istedim ama daha da iğrençlştirmek istemedim sayfayı, hem ben varken ne derek di mi?? Dİ Mİ???)
Gece
sadece bir merhaba demek istedim
merhaba
12 Ekim 2009 Pazartesi
11 Ekim 2009 Pazar
10 Ekim 2009 Cumartesi
9 Ekim 2009 Cuma
Vaziyet
Yalnız hala yemek yapamıyorum ( yemek yapma konusunu açsak mı biraz. Kendi kendime yetebilirim ben, başka birine de yetebilirim. Sorun bu değil, sorun istemiyor olmam. Adamın biri için yemek yapmayı seviyordum mesela. Onun içinse eğer, onun beğeneceğini düşünerek keyif alıyordum yemek yapma düşüncesinden. Ama böyle bir amaçla olacaksa ancak. Yani doyma amaçlı bir şey değil. Doyar insan bir şekilde değil mi, ama güzel bir şey olursa sonunda başka)
Her neyse hala yemek yapamıyorum ve dağınığım kardeşim. Nasıl olacak bu işler annem olmadan. Heee... Sorarım sana nasıl olacak?
Tutunamayanlar okuyorum ve bu kitabı defalarca okuyacağımı her seferinde hem benim başka bir insan olacağımı hem onda başka tatlar bulacağımı hissediyorum. Evet evet hissediyorum
İki ayrı filmden
- wait, wait, wait... just wait
- wait? why?
- i don't know just wait, wait..
2)
-i am waiting for you!
-to do what?
-leave me...
tilki
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! " dedi tilki, "Sanırım ağlayacağım”.
“Ama bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. Gerçeğin özü gözle görülmez.”
“Gerçeğin özü gözle görülmez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi tilki.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.
8 Ekim 2009 Perşembe
Sabah raporu:
An itibariyle internette ayakkabı çanta bakmaktan gözü dönmüş olan ben, toplantı yapmalı ve memleketi kurtarmalıyım
Kim benimle gurur duyuyordu pardon, duyamadım
7 Ekim 2009 Çarşamba
Pardon
6 Ekim 2009 Salı
5 Ekim 2009 Pazartesi
yıkamışlar
-Yıkamışlar
-Yerleri mi
-Beynimi
-Nolmuş beynine
-Hıı??
-Anladım
Anlamamıştı
Dahası ben de anlamamıştım onun anlamadığını
4 Ekim 2009 Pazar
3 Ekim 2009 Cumartesi
Beklenen
2 Ekim 2009 Cuma
Yazmalıydım
1 Ekim 2009 Perşembe
Başlangıç
Ben ne anlatayım ki?
Zamanın hızlı ilerlemesine isyan etmeyecek yaştayım
ve uzağındayım "bir türlü ilerlemiyor" yaşlarının.
Kadınım. Bu tek başına bir kelimeden oluşan upuzun cümlenin ne anlama geldiğinin farkındayım.
Büyümekteyim. Ve büyüdükçe iğrenmeyi sevmemeyi öğrenmekteyim.
Herkes susarsa, becerebilirlerse susmayı, zamanın geçişini sessizce seyredebilirim.
...ve yetinebilirim... Gerçekten böyle. Ve sevinebilirim, ve ürkütücü biliyorum ama incinebilirim. İncitebilirim de bazen. Ama sevmeyebilirim bunu.
Şimdilik susabilirim. Ama sanırım bu konuda o kadar da yetenekli değilim.
Kısacık bir zaman yokum, sonra yine geleceğim
Bir yerlerden karmakarışık ve dersiz topsuz
Aklımdaki tek kelime bu, beynimin içinde dönüp duruyor
ne için?
kim için?
nasıl?
hiçbirinin cevabı yok, sadece "YAZ" var. Sevdiğim mevsim değil bu sefer, emir kipinde söyleniyor, nasıl söylendiğini biliyorum çünkü kulaklarımda uğulduyor
ama ben...
hiçbir mazeret işlemiyor kulaklarımdaki sese, üstelik itiraz ettikçe yükseliyor. Tanıyorum bu sesi. Hayatta ilk defa duyuyorum belki de ama tanıyorum. Bu ilk defa duyulan en tanıdık ses "yaz" diyor bana.
Yazıyorum ben de.
ne için?
kim için?
nasıl?
hiçbirinin cevabı yok şimdi. Gerek de yok cevaplara. Sadece bir "YAZ"ma eylemi peşindeyim.
ve içimdeki ses "SUS" diyene kadar ben BİR YERLERDEYİM